MADDE 54- (1) Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır.
(2) Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır
Gerekçesi
Madde 54 – Genel Olarak: Madde, 6762 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinden tamamıyla değişik ilkeler üzerine yapılandırılmıştır. Bu yeni ilkeler bir anlamda değişik bir sisteme de işaret etmektedir. Tasarının değişik sistemi şöyle tanıtılabilir: 6762 sayılı Kanunun 56 ncı maddesi haksız rekabet kavramını “suiistimal” ile tanımlamıştır. Bu madde ayrıca bir “genel hüküm” olarak bir tanımlama hükmü işlevini de haizdir. Şöyle ki, 6762 sayılı Kanunun 57 nci maddesinde sayılan “hususiyle” “hüsnüniyet kaidelerine aykırı hareketler” arasında bulunmayan “iktisadî rekabetin suiistimal edildiği” herhangi bir haksız rekabet eylemi, genel hüküm, yani tanım hükmü niteliğinde olan 56 ncı madde ile belirlenmektedir. Buna karşılık dürüst davranış kurallarına aykırılık, aynen aldatıcı hareketler ve benzer yollar gibi sadece kanunî rekabeti ihlâl eden bir araçtı. Bu kurallar araç olmaya indirgenmişti.
Yeni hüküm, tüm haksız rekabete ilişkin kuralların üzerine yapılandırıldığı iki taşıyıcı kolon içermektedir. Birinci kolon, bütün katılanların menfaatine dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanması gerekliliğini ifade etmektedir. Bu kolon bir taraftan, “bütün katılanlar” kavramı (açıklama için aşağıda birinci fıkranın gerekçesine bakılmalıdır), diğer taraftan da, dürüst ve bozulmamış rekabet kurumu ile tanımlanmaktadır. Dürüst ve bozulmamış rekabet kavramları -İsviçre öğretisinde savunulan bir görüş uyarınca – rekabetin niteliğini, başka bir deyişle “kalitesi”ni belirtmektedir. Eski kanun “iktisadi rekabet”ten söz ederdi. Bu kavram hukukî olmadığı gibi, anlam ve içeriği de belirsizdi; karşıt kavramı olan “iktisadî olmayan (gayrî iktisadî) rekabet” ile anlamlandırılmak yoluna gidince de kavramı yorumlamak iyice zorlaşıyordu. Ayrıca, iktisadî rekabet “rakipler arası rekabet”i akla getiriyordu. Yeni metin dürüst ve bozulmamış rekabet kavramı ile hukuken tanımlanabilir bir rekabeti vurgulamaktadır. 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun da “bozulmamış”, “engellenmemiş”, “kısıtlanmamış” rekabeti esas alır ve engellenmiş, bozulmuş, kısıtlanmış rekabete sonuçlar bağlar. Tüm bu kavramlar hukukîdir. İkinci kolon, dürüst davranış kuralını tek başına temsil eder. Böylece 6762 sayılı Kanunda “suiistimal”de bulunan anlam ağırlığı, Tasarıda “dürüstlük kuralı”na geçmiştir. Çünkü, İsviçre öğretisinde isabetle belirtildiği gibi, kötüye kullanma istisnaî bir hukuk kuralı olup dar bir uygulama alanına sahiptir. 6762 sayılı Kanunun 56 ncı maddesine göre bir eylemin haksız rekabet olabilmesi için dürüst davranış kurallarını ihlâl etmesi yetmez. Bu ihlâlin ayrıca iktisadi rekabetin kötüye kullanılması niteliğini taşıması da gerekir.
Dürüst davranma kuralı ise artık haksız rekabetin tanınmasında (teşhisinde) belirleyicidir. Hukuka uygun ve bozulmamış rekabet ortamında (ortamın her zaman piyasa olması şart değildir) tüm katılanlar piyasanın tüm aktörlerinin dürüst davranış kurallarına göre hareket edeceğine güvenir ve güvenmek hakkını haizdir. Dürüstlük kuralını ihlâl eden bu güvene aykırı hareket edilmiş olur. Bu da haksız rekabet oluşturur.
Birinci fıkra: Haksız rekabete ilişkin hükümlerin amacı hukuka uygun ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Kanun ne “dürüst” ne de “bozulmamış” rekabeti tanımlamıştır. “Dürüst” terimi için kaynak kanunun Almanca metninde “saf, karışık ve katışık olmayan” anlamına gelen “lauter” sözcüğü için kullanılmıştır. Fransızca metinde ise “loyale” sözcüğü yer almaktadır. Fransızca sözcüğün sözlükte çeşitli karşılıkları vardır: Sadık, dürüst ve haksız olmayan gibi. Dürüst sözcüğü Fransızca “loyale”den çevrilmiştir. Ancak, hüküm yorumlanırken bu sözcüğe Almancadaki “saf, karışık, katışık olmayan” anlamı da verilmeli, ayrıca dürüst kelimesi, sadece doğru veya kanunlara uygun şeklinde anlaşılmamalıdır. Kastedilen saf, geniş anlamda, kurallara uygun, dürüst rekabettir. Şunu da belirtelim, hukuka uygun rekabet kat’iyen 6762 sayılı Kanunun 56 ncı maddesi anlamında kanunî rekabete, kanun kurallarına uygun olarak yapılan rekabete özgülenemez. Hukuka uygun rekabet, oyunun dürüstlük kurallarına, centilmenliğe uygun olarak oynandığı katışıksız, saf bir rekabettir. “Bozulmamış” rekabet ise güven duyulan bir anlamda “hilesiz” demektir.
Birinci fıkranın anlamlandırılmasında önem taşıyan bu kavram açıklamasından sonra birinci fıkranın boyutlarına geçebiliriz. Rekabet hükümleri yukarıda vurgulanan “hukuka uygun/saf/dürüst” ve “bozulmamış” rekabeti tüm katılanların menfaatine sağlar. Tüm katılanlar ile rekabet hukukunun ünlü üçlüsü kastedilmiştir: Ekonomi, tüketici ve kamu. “Katılanlar” gibi çok geniş bir sözcüğün kullanılması ile rekabet kurallarının rakipler arası ilişkilere özgülenmesinin yolu kapatılmıştır.
İkinci fıkra: İkinci fıkra haksız rekabete ilişkin ilkeyi koymaktadır. İlkenin taşıyıcı kolonu (yukarıda işaret edildiği üzere (ikinci kolon)) dürüst davranış kuralıdır. Dürüstlük kuralına aykırılık ya davranışlarla ya da ticarî uygulamalarla olur. Davranışlar ve ticarî uygulamalar iş etiğine, doğruluğa, dürüstlüğe ters, aldatıcı, yanıltıcı, kandırıcı olabilir. İsviçre Kanununun gerekçesinde ifade edildiği üzere dürüstlük kuralına aykırı davranışlar ve ticarî uygulamalar rekabetin işlevsel kurallarını zedeler, rekabetten beklenen sonuçların alınmasını engeller.
Buradaki, yani rekabet hukukundaki dürüstlük kuralları İsviçre öğretisinde belirtildiği gibi Türk Medenî Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrası hükmündeki dürüst davranış kuralları ile tam örtüşmeyebilir. Çünkü Türk Medenî Kanununu 2 nci maddesi anlamında dürüstlük kuralları sözleşmesel veya önsözleşmesel temelde ve taraflar arasındaki ilişkide var olan güvenle ilgilidir. Rekabet hukukunda ise bu anlamda taraf mevcut olmayabilir. Çoğu kez bir haksız fiil konumu bile söz konusu olabilir.
İlgili Yargıtay Kararları
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2021/89 Esas, 2021/3954 Karar sayılı ve 22.042021 tarihli kararı
DAVA : Taraflar arasında görülen davada İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 05.11.2015 tarih ve 2014/43 E. – 2015/196 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından duruşmalı,katılma yolu ile davalı vekili tarafından duruşmasız olarak istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış bazı noksanlıkların ikmali için mahalline gönderilen dosyanın eksikliklerin giderilmesinden sonra gönderildiği anlaşılmakla, duruşma için belirlenen 15.09.2020 günü hazır bulunan davacılar vekili Av…. ve Av. … ile davalı vekili Av. … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalının müvekkiline ait eser vasfında olan ayakkabı modellerini aynen taklit ettiğini ileri sürerek, tecavüzün önlenmesini, haksız rekabet ve telif haklarına tecavüzün önlenmesini, ürünlere el konulmasını, imhasını, haksız rekabet ve telif haklarına tecavüz nedeniyle şimdilik 250.000.- TL maddi ve 15.000.- TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren avans faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, tasarımların bir kısmının müvekkiline ait olduğunu, bir kısmının da herkes tarafından kullanılan anonim tasarımlar olduğunu, eser vasfında olmadığını, davacının eser sahipliğine ilişkin olarak sunduğu belgelerin delil vasfı bulunmadığını, haksız rekabet şartlarının oluşmadığını, tasarımın tescilsiz oluşu nedeniyle korumadan yararlanmadığını, davacının tespite konu ettiği ürünleri 1 yılı aşkın süredir piyasada mevcut ürünler olduğunu süre geçtikten sonra tespit talebinde bulunulduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, dava konusu ayakkabı modellerinin menşei ülke Fransa’da eser vasfında olduğu iddia edilmiş ise de, davacı tarafça bunun delili olarak sunulan Paris Mahkeme mübaşiri tarafından tutulan tespit tutanağının Fransız mevzuatına göre eser vasfında olmanın delili olmayıp sadece o modelin o tarihte davacı tarafından tasarlandığının delili olarak düzenleneceği ve ispat hukuku bakımından önemli olduğu, orada da bizdeki gibi bir tasarım veya modelin eser olup olmadığını mübaşirin değil hakimlerin tesbit ettiği, dolayısıyla da bunların Fransa’da eser kabul edildiğine ilişkin davacı iddiasının yasal dayanağının bulunmadığı, zaten Bern Sözleşmesine göre de bir çalışmanın eser olup olmadığının menşei ülkesi yasasına göre değil Bern Sözleşmesi’nin 5-2 maddesi gereğince koruma talep edilen ülke yasalarına göre belirleneceğinden yabancı mahkeme kararı söz konusu olsa bile bir bağlayıcılığının bulunmadığı, alınan bilikişi raporlarında ayakkabıların hususiyet taşımadığı, moda tasarımı olduğunun ifade edildiği, moda trendlerinin kendisi bir fikir olduğundan ve fikir üzerinden tekel haklar sağlanması mümkün olmadığından trendlerin kendisinin korumadan yararlanmayacağı, ayakkabıların belli bir modaya bağlı olarak ince veya kalın topuklu olması, bağcıklı olup olmaması, açık kapalı olması veya süslemeler taşımasının genel bir konsept olup, konseptin de fikir olarak korunmayacağı, davacının ürünü ile iltibasa yol açacak modellerin üretilip satılmasının gerek Paris Konvansiyonu ve gerekse TTK’nın rekabet hükümlerine göre haksız rekabet oluşturduğu, haksız rekabete dayalı maddi tazminat hesabında davalının haksız rekabeti nedeniyle davacının elde etmekte mahrum kaldığı kar miktarı esasına göre hesaplama yapılması gerekmekte ise de davacının yurtdışında oluşu ve defterlerinin incelememesi nedeniyle hesaplama yapılmasının mümkün olmadığı ancak davalı defterleri üzerindeki incelemeye göre 2011-2014 yılları arasında bu modeller üzerinde yapılan satışa göre davalının 8.852,00 TL kar elde ettiğinin tespit edildiği, davalının mağazasında davaya konu olmayan çok değişik modellerle üretim yaptığı, dolayısıyla da davalının sağladığı karını sadece davacının sınırlı olarak kullandığı bir kaç modelinden sağlamadığı, kaldı ki davacının iddia ettiği bazı modeller de kullanılmadığından maddi ve manevi tazminata TBK’nın 50 . maddesi nazara alınarak takdiren hükmedildiği gerekçesiyle, telif haklarına tecavüzün tespit ve önlenmesine ilişkin talebin reddine, haksız rekabetin tespitine, davalının, davacının ayakkabıları ile iltibas oluşturan ayakkabıları üretim ve satışının önlenmesine, 15.000,00 TL maddi, 8.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden işleyecek avans faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili ile katılma yolu ile davalı vekili temyiz etmiştir.
1- ) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile dava konusu ayakkabı modellerinin eser vasfında olmadığına yönelik mahkeme kabulünde herhangi bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki 2 no’lu bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- ) Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince ise; Davacı tarafça, davacıya ait tescilsiz ayakkabı tasarımlarının davalı tarafından aynen taklit edilerek piyasaya sürüldüğü iddiası ile haksız rekabetin tespiti, men’i, ref’i, maddi ve manevi tazminat istemi ile açılan işbu davada, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçeyle haksız rekabetin tespitine, davalının, davacının ayakkabıları ile iltibas oluşturan ayakkabıları üretim ve satışının önlenmesi ile takdir edilen maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Mülga 6762 Sayılı TTK’nın 56 . maddesi uyarınca, haksız rekabet, aldatıcı hareket ve hüsnüniyet kaidelerine aykırı suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimalidir. Aynı Yasa’nın 57/5. maddesinde haksız rekabet olarak kabul edilen eylemlerden biri de; “Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticari işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka işaret gibi tanıtma vasıtalarıyla iltibasa meydan verebilecek surette ad, unvan, marka gibi tanıtma vasıtalarını kullanmak” olarak belirtilmiştir.
6102 Sayılı TTK’nın 54 . maddesinde de ‘’Haksız rekabete ilişkin bu Kısım hükümlerinin amacı, bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır. ‘’ hükmü düzenlenmiş, aynı Yasa’nın 55/1-a-4 maddesinde haksız rekabet olarak kabul edilen eylemlerden biri de ‘‘Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak” olarak düzenlenmiştir.
6102 Sayılı TTK’nın anılan bende ilişkin madde gerekçesinde ise yeni düzenlemenin 6762 Sayılı TTK’nın 57 /5 maddesindeki düzenleme ile özdeş olduğu, lafızda farklılık bulunduğu, önceki kanun dönemindeki öğreti ve uygulamanın feda edilmemesi gerektiği, “karıştırılma” kavramının dış görünüş ( tanıtım, takdim-görsellik ) ve duyuruş ( ses yönünden benzerlik ) bağlamında düzenlendiği, iç benzerlikten kaynaklanan karıştırılmayı kapsamadığına yer verilmesi yanında ayrıca, 6762 Sayılı TTK’da, başkasının “ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları ile iltibasa meydan verebilecek surette, ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları” cümle parçasına yer verilmiş ise de, anılan ayırt edici işaretlere ilişkin karıştırılma koşul, hüküm ve sonuçlarıyla birlikte kendi özel kanun hükmünde kararnamelerinde ( MarkKHK’da, EndTasKHK’da, CoğİşKHK’da ve unvanla ilgili olarak TK’da ) ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiş olması nedeniyle, 6102 Sayılı TTK’da bu koruma türlerine yer verilmesine gereksiz olduğu, ayrıca yorum güçlüklerine sebebiyet vereceğine, fikri mülkiyete ilişkin hakların kümülatif korumanın da burada tekrar düzenleme yapmayı gerekli kılmadığına da vurgu yapılmıştır.
Öte yandan, dava tarihi itibariyle somut olayda uygulanma yeri olmamakla birlikte tescilsiz tasarımlar yönünden, 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 55 /4, 56 /4-5, 59/2 ve 69/2 maddelerinde getirilen yeni düzenlemeyle, ilk defa Türkiye’de kamuya sunulmuş olması, mutlak anlamda yeni ve ayırt edici olması koşuluyla, sadece üç yıl için koruma getirilmiştir. Söz konusu şartları taşıyan tescilsiz tasarımlara da tescilli tasarımlar gibi SMK hükümlerine göre koruma sağlanacaktır.
Kanun madde gerekçesiyle birlikte yorumlandığında, 6769 Sayılı SMK’daki koruma bir yana, tescilsiz tasarımların haksız rekabet hükümleri çerçevesinde korunabilmesi ancak ve ancak, mutlak manada yenilik ve ayırt edicilik niteliğinin bulunması, onu üreten işletmeyle bütünlük arz ederek aynen bir marka gibi işletmesel kökene işaret edecek derecede yüksek bir ayırt edicilik düzeyine ulaşması ve onunla özdeşleşmesi, öte yandan taklidini üretenlerce, işletmesel kökenleri itibariyle tasarıma konu malların işletmesel kökenlerinin karıştırılmasına yol açacak tedbirlerin alınmaması, diğer bir anlatımla hedef tüketici kitlesinin bakış açısına göre, orijinal ve taklit malların aynı veya aralarında idari, ekonomik ya da işletmesel bağ bulunan işletmelerce üretilmiş olabileceği hususunda karıştırılma ihtimaline yol açılması halinde söz konusu olabilecektir. Bunun dışında, orijinal tescilli tasarımlar için bile her beş yılda bir yenilenmek koşuluyla yirmi beş yıllık koruma sağlandığı ve sürenin sonunda tasarım hakkının topluma intikal edeceği kabul edildiği halde, haksız rekabet hükümlerinden ve emeğin korunması ilkesinden hareketle sırf orijinal olmasından dolayı tescilsiz tasarımlara daha fazla hak bahşedildiği de iddia edilemez ( F. Nomer E., Tasarımların Haksız Rekabet Hükümleri Çerçevesinde Korunması Artık Söz Konusu Değildir, Türkan Rado’ya Armağan, Oniki Levha, İst-2020, s. 313-317 ).
Haksız rekabetin önlenmesindeki amaç, serbest piyasa düzeninde, herkesin dürüstlük kuralları içerisinde hareket etmesini sağlamak suretiyle bütün katılanların menfaatine dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır. Dürüst ve bozulmamış rekabetin varlığı, piyasa katılımcılarının ( tüketiciler, tacirler, rakipler ) yanında, bireysel rekabet düzeninin korunmasını da gerektirir. Tacirlerin korunması ilkesi çerçevesinde koruma unsurlarından biri de emeğin ve yatırımların korunması olmakla birlikte, fikri mülkiyet hakları özelinde, bütün dünyada ve ülkemizde geçerli olan tescile bağlı ve süreyle sınırlı koruma ilkelerinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Bu çerçevesinde, haksız rekabet hükümlerine dayanılarak anılan ilkeleri geçersiz kılacak veya zedeleyecek yorumlardan dikkatle kaçınılmalı ve bu noktada haksız rekabet hükümleri dar yorumlanmalı, konuya ilişkin özel hükümlerin ötesinde, mal veya hizmetlerle ilgili olarak tekel yaratılmamalı, ekonominin sağlıklı şeklide işlemesi için serbest rekabet ortamı özenle korunmalıdır.
Somut uyuşmazlıkta olduğu gibi, ilk defa yurt dışında kamuya sunulmuş, belli bir süre sonra Türkiye’de ticarete konu edilmiş ve tescile dayalı koruma tercihinde de bulunulmamış tasarımlar yönünden, tasarıma konu malların bir başkasınca üretilmiş ve piyasaya sunulmuş olması halinde, sadece tasarımın orijinal, davacı ile özdeşleşmiş ve büyük emek ve çabalarla tanıtılmış olması, bu davranışın haksız rekabet olarak nitelendirilmesine yeterli olmayıp, ayrıca onu üreten işletmeler arasında, ortalama tüketici kitlesi nezdinde karıştırılma ihtimaline de yol açılması gerekir.
O halde Mahkemece, Dairemizin 21.03.2008 tarih ve 1816/3687 Sayılı “Prizmatik Modüler Su Depoları” kararı ile yine Dairemizin 18.10.2018 tarih ve 2016/10703 E. – 2018/6467 K. sayılı USB kararında zikredilen ilkelere uygun olarak, davaya konu tescilsiz tasarıma konu ayakkabıların davacı şirketle özdeşleşecek bir ürün haline gelerek, işletmesel kökene işaret eden bir ayırt edici işaret haline dönüşüp dönüşmediği tartışılmaksızın, dönüşmüş olsa bile davalı tarafın üretmiş olduğu ayakkabılarda, davacının kullandığı “…” markasından oldukça farklı ‘’Flower” ibaresini kullanılmak suretiyle her iki tarafa ait ürünler arasında işletmesel köken itibariyle karıştırılma ihtimalini önleyecek tedbirleri aldığı dikkate alınmaksızın somut olaya haksız rekabet hükümlerinin uygulanması doğru olmamış ve hükmün bu nedenle mümeyyiz davalı yararına bozulmasını gerektirmiştir.
3- ) Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekili ile davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davalı yararına BOZULMASINA, ( 3 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekili ile davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınıp davalıya verilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 22.04.2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dosya içindeki bilgi ve belgelere, mahkemece usul ve yasaya uygun olarak delillerin tartışılıp değerlendirildiğinin anlaşılmasına göre; kararın onanması gerektiği halde, aksi yöndeki Daire çoğunluğunun bozma gerekçesine katılmıyorum.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2020/2201 Esas, 2021/3297 Karar sayılı ve05.04.2021 tarihli kararı
DAVA : Taraflar arasında görülen davada Bakırköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 03.11.2017 tarih ve 2014/761 E. – 2017/779 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nce verilen 14.11.2019 tarih ve 2018/1213 E. – 2019/1582 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin İstanbul Merter’de yer alan bitişik 2 parsel üzerine çarşı inşa etmek için bir kısım kat malikleriyle 2011 yılında kat karşılığı inşaat sözleşmesi akdettiğini, devam eden süreçte 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunun yürürlüğe girdiğini, anılan Kanun’a göre, Kanun kapsamındaki taşınmazlara yeniden bina yapılabilmesi için kat maliklerin en az üçte ikisinin onayı gerektiğini, bu kapsamda, parsellerden birindeki kat maliklerince karar alındığını ancak diğer parselde karar alınamadığını, bunun sebebinin davalıların faaliyetleri olduğunu zira davalı şirketlerin yetkilisi olan …’nün müvekkilinin projesini taklit ederek kat maliklerine teklif götürdüğünü ve kat maliklerine müvekkiliyle olan sözleşmelerini feshedip kendisiyle sözleşme yapılması için baskı kurduğunu, diğer davalı şahısla birlikte söz konusu taşınmazlardan bedelinin çok üzerinde daire satın aldığını, bunun sonucunda bir takım kat maliklerinin müvekkiliyle olan sözleşmeleri feshedip davalılarla sözleşme yaptığını, davalıların eylemlerinin haksız rekabet niteliğinde olduğunu ileri sürerek, haksız rekabetin tespitine, önlenmesine ve maddi ve manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesince, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, haksız rekabet hallerinin TTK’nın 55 .maddesinde örnek kabilinden sayıldığı ve yasa metninde belirtilen durumlardan birinin de müşterilerle sözleşme yapabilmek için onları başkalarıyla yapmış oldukları sözleşmelere aykırı davranmaya yöneltmek olduğu, bu hükmün kendisine menfaat sağlamak için üçüncü kişiler arasında kurulan sözleşmelere müdahale etmek şeklinde anlaşılması gerektiği, ancak somut olayda olduğu gibi, daha uygun şartlarda sözleşme yaptığını belirterek kişileri sözleşmelerin tarafını değiştirmeye davet etmenin haksız rekabet olarak kabul edilemeyeceği, davalı …’nün yetkilisi olduğu diğer davalı Karbon İnşaat şirketi aracılığıyla bir kısım kat malikine proje teklifi götürüldüğü, tarafların projesinin benzerlik taşımadığı zira taraf projelerinin belli teknik düzeye sahip her mimar tarafından çizilebilecek projelerden olduğu, davalı eylemlerinin haksız rekabet oluşturmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir .
Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İstinaf mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, haksız rekabetin tespiti, önlenmesi ve maddi ve manevi tazminatın tahsili istemine ilişkindir.
Haksız rekabet, 6102 Sayılı TTK’nın 54 ila 63 . maddeleri arasında düzenlenmiş olup, anılan Kanun’un “Amaç ve İlke “ başlığını taşıyan 54. maddesinde, haksız rekabete ilişkin bu hükümlerin amacının bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanması olduğu belirtilmiş, aynı maddenin 2. fıkrasında ise, rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralına diğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamaların haksız ve hukuka aykırı olduğu ve ilke olarak haksız rekabet teşkil ettiği düzenlenmiştir. Kanun koyucu TTK. 54 ‘te haksız rekabet hükümlerinin amacını ve genel hükmü ortaya koyduktan sonra, 55. maddede altı bent halinde, oldukça ayrıntılı bir sayımla haksız rekabet hallerini belirlemiştir. Ancak bu sayım sınırlı olmayıp, zikredilen maddede sayılan haller haksız rekabet teşkil eden eylemlerin başlıcaları olarak örnekleme kabilinden belirtilmiştir. 55. maddede haksız rekabet teşkil ettiği özellikle belirtilen bu hallerden ikisi de, aynı maddenin 1/a-1 bendinde düzenlenen, başkalarını veya onların mallarını, iş ürünlerini, fiyatlarını, faaliyetlerini veya ticari işlerini yanlış, yanıltıcı veya gereksiz yere incitici açıklamalarla kötülemek ve aynı maddenin 1/b-1 maddesinde düzenlenen müşterilerle kendisinin bizzat sözleşme yapabilmesi için, onları başkalarıyla yapmış oldukları sözleşmelere aykırı davranmaya yöneltmek fiilleridir.
TTK 55 /1-b-1’de düzenlenen haksız rekabet fiilinin oluşabilmesi için, sözleşenler arasında Borçlar Kanunu hükümlerine uygun olarak kurulmuş ve halen ayakta olan bir sözleşmenin olması gerekmektedir. Ancak bir ön sözleşmenin varlığı halinde bunu ihlale yöneltme de kapsamda görülebilir. Anılan hükümle düzenlenen haksız rekabet halinin oluşabilmesi için aranan bir diğer şart ise, üçüncü kişinin, sözleşmenin taraflarından birisini onunla bizzat sözleşme yapabilmek için sözleşmeyi ihlale ve sona erdirmeye yöneltmesidir. Piyasada bulunan her aktörün dilediği kişiyle ve dilediği şartlarda sözleşme yapma yetkisine sahip olduğu bir serbest piyasa ortamında sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yönelik her davranışın haksız rekabet teşkil ettiği söylenemeyecek olup, sözleşmeyi ihlale yönelten davranışların belli bir yoğunluğa ulaşması aranacaktır. Örneğin, üçüncü kişinin sözleşenlerden birisine onunla sözleşme yapmak istediğini ima etmesi veyahut salt teklif götürmesi haksız rekabet teşkil etmeyecekken, sözleşene sözleşmeyi sona erdirmesi için baskı kurmak, diğer tarafla olan sözleşmesini feshetmesi halinde doğabilecek tazminat sorumluluğunu üstleneceğini taahhüt etmek gibi eylemler haksız rekabet teşkil edecektir.
Yapılan açıklamalardan sonra somut olaya dönülecek olursa, davacı şirket İstanbul Merter’de bulunan bitişik 2 parseli tevhit ederek bir çarşı yapmak için proje geliştirmiş ve bu amaçla bir kısım kat malikleriyle 2011 yılında kat karşılığı inşaat sözleşmesi akdetmiştir. İlerleyen süreçte 6306 Sayılı Kanun yürürlüğe girmiş ve söz konusu parsellerde yer alan apartmanlar riskli yapı statüsüne alınarak yıkılmıştır. Anılan Kanuna göre, bu kapsamdaki taşınmazlar üzerinde tasarrufta bulunabilmesi için maliklerin en az üçte iki çoğunluğuyla karar alınması gerekmektedir. Parsellerden birinde kat maliklerinin üçte iki çoğunluğunun davacıyla sözleşme yapılması için karar aldığı ancak diğer parselde bu çoğunluğun sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Davacının söz konusu projeyi yapmak için kat malikleriyle belirtilen şekilde sözleşmeler akdetmesinden sonra, davalıların da aynı parselleri tehvit ederek buraya bir çarşı yapmak için proje geliştirdiği ve bu amaçla kat maliklerini davacıyla olan sözleşmelerini sona erdirip kendisiyle sözleşme yapmaya yöneltmek için bir takım faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. Bu kapsamda davalı şirketlerin yetkilisi olan … kat malikleriyle toplantılar yapmış ve dinlenen tanık beyanlarına göre, kat maliklerine davacı şirketin bu projeyi bitiremeyeceğini, bunu ancak kendisinin yapabileceğini, davacının bu projeyi yapmasına izin vermeyeceğini, davacıyla olan sözleşmesini feshedip kendisiyle sözleşme yapmaları gerektiğini belirtmiştir. Bunun yanında, davalı şahıslar, davacıyla 2011 yılında kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmış olan … ve …’a hitaben noter aracılığıyla gönderdikleri “Beyan” başlığını taşıyan yazıyla, bu kişilerin davacıyla imzaladıkları kat karşılığı inşaat sözleşmesinin varlığını bildiklerini ve bu sözleşme nedeniyle doğacak ihtilaflarda tüm sorumluluğu kabul ettiklerini beyan etmişlerdir. Davalıların bu faaliyetleri sonucunda davacıyla sözleşme imzalamış olan bir kısım kat maliklerinin davacıyla olan sözleşmeleri feshedip, davalı Karbon Yapı Ltd. Şti. ile sözleşme imzaladıkları anlaşılmaktadır.
İlk derece mahkemesince, ihtilafın 6306 Sayılı Kanun ile getirilen değişiklik neticesi yaşanan süreçten kaynaklandığı, 2/3 şeklindeki karar nisabı sağlanana kadar tarafların sözleşmeyi tamamladıklarından söz edilemeyeceği, bu aşamaya kadar gerçekleştirilen faaliyetlerin kat maliklerini sözleşme yapmaya ikna etme çabası olarak yorumlanması gerektiği, bu durumun ise ticari hayatın akışına uygun olduğu belirtilmiştir. Ancak davacının her iki parselde de hissesi bulunan kat malikleriyle sözleşme yaptığı, 6306 Sayılı Yasa’nın yürürlüğünden sonra parsellerden birindeki kat maliklerinin 2/3 çoğunluğunun davacıyla sözleşme yapılması hususunda karar aldıkları, davacıyla yapılan sözleşmelerin sözleşmeyi imza eden kat malikleri için bağlayıcı olduğu ve davalıların eylemlerinin davacıyla olan sözleşmelerin sona erdirilmesi amacına yöneldiği hususları hep bir arada gözetildiğinde mahkemenin, henüz geçerli şekilde kurulmuş bir sözleşme bulunmadığından davalıların eylemlerinin haksız rekabet teşkil etmeyeceği şeklindeki tespiti isabetli bulunmamıştır. Bunun yanında, mahkemece, somut olayda olduğu gibi daha uygun şartlarda sözleşme yapacağını belirterek kişileri sözleşmenin tarafını değiştirmeye davet etmenin haksız rekabet teşkil etmeyeceği sonucuna ulaşılmışsa da, davalılarının yukarıda belirtilen eylemlerinin sözleşmeyi ihlale ve sona erdirmeye yöneltme noktasında belli bir yoğunluğa ulaştığı, salt daha iyi şartlarda sözleşme yapacağını belirtmekten ibaret olmadığı, davalıların, davacı şirketi kötüleyen açıklamalarda bulunarak ve davacıyla olan sözleşmelerin feshi halinde doğabilecek tazminat sorumluluğunu da üstlenerek kat maliklerini sözleşmeyi sona erdirmeye yönelttikleri anlaşıldığından mahkemece varılan bu sonuç da isabetli bulunmamıştır. Bu itibarla, mahkemece, davalıların yukarıda belirtilen eylemlerinin TTK’nın 55 /1-a-1 ve 1 /1-b-1 maddesinde düzenlenen haksız rekabet fiillerini teşkil ettiği gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeye dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararının bozularak kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulüyle İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373 /1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 05.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2016/2803 Esas, 2017/5044 Karar sayılı ve 04.10.2017 tarihli kararı
DAVA : Taraflar arasında görülen davada …2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 15/12/2015 tarih ve 2015/675-2015/833 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkili kurumun TTK. m. 56/3 kapsamında yer alan kurumlardan olduğunu, müvekkili kurumca 250 gr francala ekmeğin fiyatının 80 kuruş olarak tespit edildiğini ve bu durumunun ilgililere bildirildiğini, 250 gr francala ekmeğin üretim maliyetinin 66,10 kuruş olduğunu, ancak davalı firmanın belirlenen kurallara riayet etmediğini, belirtilen fiyatın altında ekmek sattığını, haksız rekabete giriştiğini, davalı firmaya uyarıda bulunulduğunu, ancak davalı firmanın uymadığını ileri sürerek davalının haksız rekabetinin tespit ve men’ine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkili şirketin Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtlı bir kuruluş olduğunu, davacı odanın kayıtlı üyesi olmadığını, müvekkili şirkete karşı böyle bir davanın yöneltilemeyeceğini, aktif dava ehliyetinin olmadığını, müvekkili şirketin odanın yayınladığı fiyat tarifesine uyma zorunluluğunun olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davaya konu olayın TTK’nın 54 vd. maddelerinde düzenlendiğini, eylemin vuku bulduğu tarih itibariyle tane maliyet fiyatının 0.83 TL olduğu ve bu haliyle davalının satış bedelinin çok üzerinde bir maliyet oluşturduğu, mevcut durumun haksız rekabet oluşturduğu gerekçesiyle davacının davasının kabulüyle davalının yaptığı eylemin haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, haksız rekabet eylemlerinin menine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına davalının ürünlerini tedarik fiyatının altında ve süreklilik arzeder şekilde perakende olarak satışa sunduğunun anlaşılmış olmasına ( TTK. m. 55/1,a-6 ) göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 3,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 04.10.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Sorun, …’nın belirlediği fiyat altında ekmek satmanın haksız rekabet oluşturup oluşturmayacağına noktasında toplanmaktadır.
TTK M. 55/ı, a-6’ya göre: “Seçilmiş bazı malları, iş ürünlerini veya faaliyetleri birden çok kere tedarik fiyatının altında satışa sunmak, bu sunumları reklamlarında özellikle vurgulamak ve bu şekilde müşterilerini, kendisinin veya rakiplerinin yeteneği hakkında yanıltmak; şu kadar ki, satış fiyatının, aynı çeşit malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerinin benzer hacimde alımında uygulanan tedarik fiyatının altında olması halinde yanıltmanın varlığı karine olarak kabul olunur; davalı, gerçek tedarik fiyatını ispatladığı takdirde bu fiyat değerlendirmeye esas olur.
Kural olarak herkes ürün ve hizmetlerinin satış fiyatını serbestçe belirleme hak ve yetkisine sahiptir ve hatta tedarik fiyatının altında satış yapılması da kural olarak haksız rekabet teşkil etmez ( Nomer Ertan, F: Haksız rekabet hukuku, … 2016, sh. 223 ). Ancak, tüketicilerin bir mağazadan alışveriş yapmasını sağlamak amacıyla o mağazada tüm ürünlerin ucuz satıldığı intibaının oluşturulması halinde bu hüküm devreye girmektedir.
TTK m. 55/ı, a-6 uyarınca haksız rekabetin oluşması için şu şartların gerçekleşmiş olması gerekir. Bu şartlar da kümülatif aranan şartlardır.
Bu şartlar:
-Seçilmiş ürün, malların ve faaliyetlerin tedarik fiyatının altında arzı
-Bu şekilde satışa sunumun tekrarı
-Bu hususun reklamlarda özel olarak vurgulanması
-Bu şekilde reklamlarda özel olarak vurgulamak suretiyle kendisinin veya rakiplerinin rekabet kabiliyeti hakkında müşterilerin yanıltılması
Buna göre tedarik fiyatının altında satışa sunulan şey seçilmiş bazı mal, ürün veya hizmet olmalıdır, yani satış işletmenin tüm ürün, mal veya hizmet çeşitlerini kapsamamalıdır. Dolayısıyla, işletmede satılan tüm ürün ve hizmetlerin tedarik fiyatının altında satışa sunulması haksiz rekabetin varlığını engelleyecektir ( Nomer Ertan, F, sh. 225 ). İkinci olarak, bu şekilde satışa sunumun tekrar etmesi, yani bu şekilde satışın düzenli olarak ve sistematik bir şekilde yapılması gerekir ( haftalar boyunca veya aylar boyunca yapılması gerekir ). İşletmenin açılışında veya kuruluş yıldönümlerinde bir defalık tedarik fiyatının altında satışa sunmak hükmün uygulanmasını mucip olmaz. Diğer şart, tedarik fiyatının altında satışa sunmadır. Tedarik fiyatının altında satış, tedarikçilerden alış fiyatı ( tedarikçilerin faturalandırdığı bedelin veya liste fiyatından iskonto ve tenzilat bedeller çıkarılarak ödenecek KDV, transport, gönderme masrafları, sigorta, vergi, gümrük, komisyon gibi tedarik maliyetleri eklenerek bulunan rakam tedarikçiden alış fiyatıdır; yani: ) altında satıştır. Örneğin, tedarikçiden 1000 adet mal ısmarlanmıştır. Tedarikçi ile yapılan anlaşmaya göre, malın liste fiyatı 399 TL’dir; tedarikçi peşin ödeme karşılığında % 3 iskonto; ayrıca fazla mal satın alındığı için % 5 tenzilat yapmış; navlun 400 TL; paketleme 48 TL; sigorta ise 100 TL tutmuştur. Tedarik maliyeti şu şekilde hesaplanır; 100 adet malın toplam liste fiyatı ( 399.000 TL )- tenzilat ( %5 ) 19.950 TL= 379.050 TL ( hedef alış fiyatı; başfiyat ). 379,050 TL- iskonto ( %3 ) 11.371,50 TL = 367.678,50 TL ( peşin alış fiyatı ). Bu fiyata navlun ( 400 TL ) ve sigorta ( 100 TL ) eklendiğinde 1000 adet malın tedarik fiyatı: 368.226,50 TL’dir. Bir malın tedarik fiyatı ise: 368,23 TL’dir. İşte bu fiyatın altında satış tedarik fiyatının altında satıştır. Bu fiyatın üstünde satış, malın rayiç fiyatının altında olsa bile haksız rekabet olmaz. Alıcının satış masrafları ve kazan marjı tedarik fiyatının hesaplanmasında dikkate alınmaz. Haksız rekabetin meydana gelmesi için diğer şart, tedarik fiyatının altında satışın reklamlarda ( örneğin, mail göndermek suretiyle, afişler asmak suretiyle, ya da camekanda vitrinde özel olarak vurgulamak suretiyle ) özellikle vurgulanması ve bu suretle müşterilerin dikkatinin çekilmesidir. Özellikle vurgulamak demek, reklamlarda göze çarpan bir şekilde yer alması mutad reklam metodlarından açık bir şekilde ayırt edilebilir olması gerekir. Nihayet, haksız rekabetin varlığı için aranan son şart, müşterileri tedarik fiyatının altında satış yapan kişinin veya rakiplerin yeteneği hakkında yanıltması gerekir. Burada, tedarik fiyatının altında satış yapan kişi müşterilerde sadece ilanda gösterilen mal ve hizmetler için değil tüm ürünler için indirim olduğu intibaını uyandırması ve bu intibaın da gerçekle bağdaşmaması şarttır.
Bu aldatmanın ispatı zor olduğundan kanunda aksi ispat edilebilir bir karine getirilmiştir: “satış fiyatının, aynı çeşit malların, iş ürünlerinin veya faaliyetlerinin benzer hacimde alımında uygulanan tedarik fiyatının altında olması hâlinde yanıltmanın varlığı karine olarak kabul olunur; davalı, gerçek tedarik fiyatını ispatladığı takdirde bu fiyat değerlendirmeye esas olur”. Bunun yanında satıcı, tedarik fiyatının altında satışının müşterilerde kendi veya rakiplerin yeteneği hakkında yanılgı uyandırmadığını ispat etmek suretiyle de karinenin aksini ispat edebilmelidir.
Bunun yanında TTK m. 55/1,e düzenlenen iş şartlarına uymama hükmünün somut olaya uygulanması olanağı yoktur. Çünkü, bu düzenlemenin belirlemiş olduğu haksız rekabetin gerçekleşme koşulları, iş şartları, rakiplerin de iş şartlarına uymakla yükümlü olması ( rakiplerin de uyması gereken iş şartları, kanun veya sözleşmede öngörülmüş yada bir meslek dalında veya bölgede geçerli örf veya adet kurallarını ) ve iş şartlarına uymamak olarak karşımıza çıkmaktadır. Somut olayda bu koşulların gerçekleştiğini kabul etme olanağı olmadığı gibi, bu maddeye göre daha özel TTK m. 55/1, a-6 ancak somut olaya uygulanır,
Yukarıda belirtilen hususlar araştırılmaksızın, tartışılmaksızın davacının bildirdiği üretim fiyatı üzerinde fiyat belirleyen bilirkişi raporu gözönüne alınarak eksik inceleme ile karar verilmesi doğru olmamıştır. Bu sebeple çoğunluğun onama görüşüne katılamıyoruz.